Telkîn Vermenin Meşrûiyeti

Sözlükte “bir şeyi hatırlatmak, bir inancı, duygu ve düşünceyi aşılamak” anlamındaki telkîn[1] (Türkçe’de halk arasında “talkın” şeklinde de söylenir), fıkıh terimi olarak ölüm döşeğindeki kişiye (muhtazar) kelime-i tevhidi veya kelime-i şehâdeti hatırlatmayı ve cenazenin defnedilmesinin ardından bir kişinin kabrin başında yüksek sesle ölüye iman esaslarını hatırlatmasını ifade eder.[2]

Efendimiz buyurmuştur ki: “Ölülerinize lâ ilâhe illallah demeyi telkîn edin.[3]İslâm âlimleri, bu hadis-i şerîfi iki şekilde anlamışlardır. Birincisi, gerçekten ‘ölmüşlerinize telkîn edin!’ şeklinde telkinin dinde bir aslı olduğunu savunanlar tarafından anlaşılmışken, karşı taraf da naslardaki benzer durumlar[4] dikkate alınarak hakîki anlamında yorumlanmayıp mecazi anlama hamlederek ‘ölmek üzere olanlarınıza telkin edin!’ şeklinde anlamıştır.

1-Ölmeden Önce Telkîn

Ölüm için hazırlık yapmak, onu çokça hatırlamak, hatırlatmak, Müslüman bir hastayı ziyaret etmek, ölüm döşeğindeki kişiye tövbe ve vasiyet etmesini hatırlatmak sünnettir. Nitekim melek tarafından ruhu alınmaya gelindiği sırada suyla veya bir içecekle boğazını ve dudağını müşfikâne bir şekilde ıslatmak ve üç defadan fazla olmamak kaydıyla lâ ilâhe illallah telkini vermek sünnettir.[5] Çünkü Efendimiz buyurmuştur ki: “Kim, ölmeden önceki son sözü lâ ilâhe illallah olursa o kişi  Cennet’e gider.”[6]Hz. Peygamber’in (a.s) kutlu müjdesine nâil olabilmek adına, ölüm döşeğindeki kişiye kelime-i şehâdet ve kelime-i tevhîdi getirmesi için hatırlatma yapmak Hz. Peygamber’in bu yöndeki sözlerini yürürlüğe koymak demektir.

Sekerât halindeki kişiye telkin vermenin hükmüne gelince; fıkıh âlimlerin nezdinde icmâ ile müstehâbtır.[7]

2-Öldükten Sonra Telkin

Telkin getirmenin lafzen farklı varyantları[8] olmasıyla birlikte rivâyet edilen hadiste sahâbî Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin (r.a) Allah Rasûlü’nden (a.s) şöyle işittiği söylenmiştir: “Sizin din kardeşlerinizden biri ölüp de kabrini toprakla düzlediğiniz zaman, içinizden biriniz onun mezarının başında durup “Ey falanın oğlu filân!” desin. O duyar fakat cevap veremez. Sonra tekrardan “Ey falanın oğlu filân!” desin. Ölü doğrulup oturur. Üçüncü sefer “Ey falanın oğlu filân!” diye seslensin. Ölü, “Bizi irşâd ettin, Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Bize öncülük et!” der, fakat siz duyamazsınız. Ardından (telkin veren kişi) ölüye, “Bu dünyayı terkederken Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun rasûlü olduğuna şehâdet ettin. Muhakkak ki sen Allah’ı Rabbin, İslâm’ı dînin, Muhammed’i peygamberin, Kur’ân’ı rehberin, Ka’be’yi de kıblen olarak kabul ettin.” sen bu hâlde idin desin. Bunun üzerine Münker ve Nekir, (telkin verildiği müddet içerisinde) gecikir ve (telkin dolayısıyla) haydi gidelim der, yanına oturamayız der. Orada hazır bulunan sahâbîlerden birisi, “Ey Allah’ın Rasûlü! Annesini bilmiyorsa o zaman ne olacak?” diye sorunca Hz. Peygamber (a.s), “Annesini Havvâ’ya nisbet eder.” buyurdu.”[9]

Ölen Kişi İçin Telkinde Bulunmanın Hükmü Nedir?

Öldükten sonra telkin uygulamasıyla alâkalı elimizde sahîh bir kaynak bulunmadığı için ölüyü defnettikten sonra telkinde bulunmak ‘sünnettir’ hükmü verilmemiştir. Telkin için âdet, mübah, bidat ve mekrûh denilmekle beraber genel itibariyle âlimlerin nezdinde müstehap hükmü yaygınlık kazanmıştır. Hatta ulemâdan bazı kimseler, öldükten sonra kabirleri başında iman esaslarını hatırlatıcı telkinin bulunmasını vasiyet etmiştir.[10]

Hanefi mezhebi imamlarınca ölen kişiye telkinde bulunmak; hakkında nass ve sahîh bir kaynak bulunmadığı için önceleri mekrûh hükmü verilmiştir.[11] Sonraları ise “Ey Rasûlüm! Sen yine de öğüt verip hatırlat; çünkü gerçekten öğüt ve hatırlatma, mü’minlere yarar sağlayacaktır.”[12] âyet-i kerîme gereğince öldükten sonra kabirde sorulara muhatap olmuş meyyite, dîni ve îmanı üzerine cevaplayacağı sualleri kolaylaştırmak için müstehâb görülmüştür.[13]

Mâlikî mezhebinde öne çıkan görüşe göre definden sonra insanlar mezar başından ayrılmadan onların huzurunda yüksek sesle telkinde bulunmak bidat kabul edilse de insanlar ayrıldıktan sonra normal bir sesle ölüye bu esasların hatırlatılmasının meşru olduğu kabul edilmiştir.[14] Hatta bazı kaynaklarda ölü kabre konulduktan sonra telkin vermenin müstehaplığı ifade edilmiştir.[15]

Şâfiî mezhebine göre ölümden sonraki telkin müstehâbtır.[16] Onlara göre telkini tavsiye eden hadis zayıf kabul görülse de diğer rivâyetler ile Şam ehlinin kadim ameliyle desteklendiğini ve âlimlerin, fezâil ve terğîb ile terhîb hadislerinde müsamahalı olduklarını vurgulamaktadır.[17]

Hanbelî mezhebi, ölümden sonraki telkin hakkında müsbet bir yaklaşıma sahip olduğu kitaplarda bir beis görülmediği ve müstehap görüldüğü ifade edilmektedir.[18]

 

Dipnot

[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-arab, XIII, 390; er-Râzî, Muhtâru’s-sihâh, 1/251.

[2] en-Nevevî, a.g.e., 4/219.

[3] Müslim, Hadis No: 916-917.

[4] Meselâ Zümer Sûresi’ndeki “Elbette sen öleceksin, onlar da ölecek.” âyet-i kerîmesi buna örnektir. Zümer, 39/30.

[5] Bkz. Muhammed b. Bedreddîn el-Balbân, Ahsaru’l-muhtasarât, Dârü Rekâiz, Riyâd 1438, s.119.

[6] Müslim, Hadis No: 917; İbn Mâce, H. No: 1444; İbn Hibbân, H. No: 3004.

[7] Bkz. Kollektif, el-Fetâva’l-Hindiyye, Dârü’l-Fikr, Dimeşk 1310, 1/157.

[8] Bkz. İbn Âbidîn, a.g.e., 2/191; İbrâhîm b. Muhammed el-Halebî, Mülteka’l-ebhur, Saadet Yayınları, İstanbul 1986, 1/276.

[9] Bkz. Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, Hadis No: 7979. Taberî’nin zikretmiş olduğu hadisin senedinde Yahya b. Ebî Kesîr b. el-Mütevekkil et-Tâî’nin tedlis yaptığı ve hakkında hadis ilmi açısında hiçbir önemi olmadığı hatta uyarılara rağmen bir eline kâğıt alıp hadis yalan hadis yazdığı söylemiştir. İbn Hacer, hadisin senedi hakkında ‘sâlih’ hükmünü verirken talebesi Sehavî ise konuyu etraflıca ele almış ve Nevevî, İbnü’s’-Salâh, İbnü’l-Kayyim ve Irâkî gibi âlimlerin bu hadisi zayıf kabul ettiklerini, Ziyâeddin el-Makdisî’nin ise bunu takviye eden bir rivâyete daha yer verdiğini, İbn Hacer’in de destekleyici rivâyetler sebebiyle bu hadisin kuvvet bulduğu kanaatinde olduğunu aktarmaktadır. Sehâvî, Ahmed b. Hanbel’in bu uygulamayı Şam ehline, İbn Arabî’nin bunu Medine ehline, diğer bazılarının ise bunu Kurtuba gibi başka yerlerin ameline nisbet ettiklerini de sözlerine eklemektedir. Bkz. El-Ukaylî, ed-Duafâu’l-kebîr, IV, s.423. İbn Hacer el-Askalânî, Telhîsu’l-habîr, Müessesetü Kurtuba, Mısır 1416, 2/270; Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed es-Sehâvî, el-Makâsidü’l-hasene fî beyâni kesîrin mine’l-ehâdîsi’l-müştehire ‘ale’l-elsine, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrût 1985, s.265.

[10] Bkz. Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-hakâik şerhu kenzi’d-dekâ’ik, el-Matba‘atü’l-Kübrâ’l-Emîrîyye, Kâhire 1313, 1/234

[11] Bkz. Kollektif, a.g.e., XVI, s.43.

[12] Zâriyât, 51/55.

[13] Bkz. Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl ed-Dûkâtî et-Tahtâvî, Hâşiyetü’t-Tahtâvî ʿalâ Merâkî’l-felâh, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1997, 1/616; Vehbe b. Mustafa ez-Zuhaylî, el-Fikhu’l-islâmî ve edilletuhu, Dârü’l-Fikr, Dımaşk 1426, II, s.1566.

[14] Bkz. Ebû Abdillâh Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Abderî el-Fâsî, el-Medhâl, Mektebetü Dâri’t-Türâs, Kâhire t.y., 3/264-265.

[15] Bkz. Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Meâfirî, el-Mesâlik fî şerhi muvattai Mâlik, b.y., y.y. 2007, 3/520.

[16] Hatîb eş-Şirbinî, Muğni’l-muhtâc, 2/60.

[17] Zayıf hadisle amelle alâkalı faslı sonraki bölüme bıraktık, oraya müracaat ediniz.

[18] Bkz. Mansûr b. Yûnus el-Buhûtî, Keşşâfü’l-kinâ’, Vizâretü’l-adl fi Memleketi’l-Arabiyye, es-Suûdiyye 1429, IV, s.201; İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/377.

You May Also Like