Yahudilerin Hz. Peygamber’e (a.s) Sorduğu Üç Soru

Soru Detayı: Yahudilerin toplanıp Peygamberimiz (sav)’e sormak için hazırladıkları 3 soru hakkında bilgi verir misiniz?  Bazılarının iddialarına göre Peygamberimize sorulan bu sorular Yahudilerin bir kitabı olan “Daniel”da geçiyormuş ve Peygamberimiz bunu bilmediği için alakasız cevaplar vermiş. Mesela sordukları ‘çift boynuzlu’ kişi Hz. Muhammed’in anlattığı Zulkarneyn (İskender) değil, o zamanlar Perslere bağlı olan Medlerin iki kralı çift boynuzlu olarak ifade ediliyormuş yine sordukları ruh da bizdeki değil kitaplarında geçen farklı bir şeymiş diyorlar. Ve mağarada yaşayanlar da onlara göre 3 gencin hikayesiymiş, Ashabı Kehf (7 Uyuyanlar) değilmiş. Tabi bunlar Yahudilerin iddiaları ama…Bunlar hakkında bilgi verir misiniz? Peygamberimiz sorulara cevap verdikten sonra Yahudilerin ne dediğine dair kayıtlar var mıdır acaba?

Değerli Kardeşim!

Hz. Peygamber’e (s.a.v) sorulan üç sorunun ne olduğunu zikretmeden önce bilmemiz gereken önemli bir hususu dile getirelim. Öncelikle İncil de Tevrat da başta Allah Teâlâ tarafından vahiy yoluyla indirilmiş, sonraları ise insanlar eliyle tahrîf edilerek orijinal hâlinden çıkartılmıştır. Allah Teâlâ da bunun üzerine o kitapların hükmünü ortadan kaldırmış sonrasında gönderdiği rasûlü vâsıtasıyla yeni bir kitap indirmiştir. İşte o Kitap Kur’ân-ı azîmüş’şândır. Dolayısıyla vâkıa, hadislerde nasıl cereyan ettiyse aynen o şekilde sizlere aktaracağız. Bununla beraber Yahûdilerin kitaplarında buna dair ne yazdığına değil Hz. Peygamber’in (s.a.v) Sünnet’inde verilen muknî cevaplara dikkat kesileceğiz.

Hz. Peygamber’e (s.a.v) üç sorununda bir kerede sorulduğu ve cevap verdiği muhtelif kitaplarda zikri geçmektedir. Bu hadîs-i şerif iki tarikten gelmektedir. Fakat ikisi de sahîh değildir.

1.Rivâyet

“Mekke müşrikleri, Nadr b. Hâris ve Ukbe b. Ebî Muayt’ı Medîne’ye Yahûdi bilginlerinin yanına gönderirken dediler ki: “Onlara Muhammed’i sorun. Ve özelliklerini anlatın. Sözlerini onlarla paylaşın. Muhakkak ki onlar, Ehl-i kitabın ilkleridir. Onların yanında enbiyâlarla alâkalı bilmediğimiz birtakım bilgiler vardır.” Medine’ye vardıklarında Hz. Muhammed’in durumunu anlatıp onları sözlerinden haberdar ettiler. Bunun üzerine Yahûdi bilginleri, bu üç soruyu O’na sormalarını söylediler ve ardından şu talimatları verdiler: “Eğer ki sizin bu sorularınıza cevap verirse; muhakkak ki o gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer aksi durum olursa o kişi kesinlikle boş söz eden biridir. İlk zamanlarda gelmiş geçmiş gençlerin maceralarının ne olduğunu O’na sorunuz. Çünkü onların çok şaşılacak hâdiseleri vardır. Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar gezip dolaşan adamın haberinin ne olduğunu sorunuz. Bir de kendisine ruh nedir diye sorunuz bakalım.” Nadr b. Hâris ve Ukbe b. Ebî Muayt Mekke’ye vardıklarında dediler ki: “Ey Kureyşliler! Sizinle Muhammed arasında son noktayı koyacak bir şeyle geldik. Yahûdi bilginleri bize bu üç soruyu Muhammed’e sormamızı emretti.” Sonrasında üç soruyu müşriklerle paylaştılar. Nihayet Hz. Peygamber’e (s.a.v) bu soruları sormak istediler ve soruları yönelttiler. Hz. Peygamber (s.a.v), “Size yarın bunlarını cevabını vereceğim.” dedi ve İnşallah demedi. O günden sonra tam on beş gün geçti ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) vahiy inmedi. Hatta Mekke’de asılsız haberler ortaya çıktı. Dediler ki: “Muhammed bize yarın dedi. Bugün on beşinci gün, hâla cevap yok!” Vahyin gelmemesi ve Mekke müşriklerinin bu şekilde konuşmasından ötürü Hz. Peygamber (s.a.v) çok üzülmüştü. Bir zaman geçtikten sonra Hz. Cibrîl (a.s) Kehf Sûresi ile beraber Hz. Peygamber’in (s.a.v) yanına gelir. Peygamberimiz (s.a.v) soruları O’nunla paylaşır. Allah Teâlâ da cevaben der ki: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.”[1]          

Hadîs-i Şerîf’in Sıhhati

Hadis zayıftır. İbn İshâk an’ane sîgasıyla[2] bu hadîs-i rivâyet etmiş olsa da senedindeki el-Kelbî yâni Muhammed b. Sâib isimli zat yalancılıkla ithâm edilen birisidir. Ve Ebû Sâlih yâni; Ümmü Hâni’nin mevlâsı Bâzâm da Abdullah b. Abbâs’tan (r.a) hadis işitmemiştir.[3]

Bundan sebep İbn Hacer el-Askalânî demiştir ki: “Bu hadîs gariptir. Bu kapalılık olmasaydı senedi Hasen olurdu. Ancak içerisinde kabul edilemeyecek bir şey vardır. O da ruhtan sorulması ve hakkında âyet inmesidir. Bu olay Mekke yaşanmıştır. Fakat Buhârî ve Müslim’de İbn Mes’ûd’un olay hakkında bilgi verdiğine göre Medîne’de meydana geldiği sabit olmuştur.”[4]

Şimdi biz de ruhla ilgili cereyan eden sahîh hadîs-i şerifi sizlerle paylaşıp hakkındaki görüşleri serdededelim:

Ruh

Hz. Peygamber’e (s.a.v), Ruh’un mahiyeti ile ilgili soru yöneltildiği sahîh kaynaklarımızda yer almaktadır. Abdullah b. Mes’ûd (r.a) Hz. Peygamber (s.a.v) ile beraber dışarda gezerken başından geçen bir olayı anlatmaktadır: “Abdullah İbn Mes’ûd (r.a), bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) asâya dayanır bir vaziyette Medîne’de harabe bir yerde beraber dolaşırken Yahûdilerden bir grup oradan geçerken birbirileri arasında konuşuyorlarmış. Bazıları, “O’na ruhtan sorun!” diyorken bazıları ise, “O’na soru sormayın, hoşa gitmeyecek bir cevap verir!” demiş. Ve soruyu sormak üzere kesin karar almışlar. Aralarında anlaştıktan sonra onlardan bir adam yaklaşmış ve demiş ki: “Ey Ebü’l-Kâsım! Ruh nedir?” Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v) oracıkta susmuş. İbn Mes’ûd’da (r.a.) “Şuan O’na vahiy iniyor.” demiş. Ne zaman ki vahiy inmiş, üzerinden tesiri kalmış o zaman Allah Rasûlü (s.a.v) demiş ki: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.”[5],[6]

Başka bir rivâyete göre ise Abdullah b. Abbâs (r.a.) dedi ki: “Kureyşliler, Yahûdilere dedi ki: “Bize öyle bir şey verin ki, onu bu adama soralım.” Dediler ki: “Ona ruhtan sorun!” Onlar da bu soruyu Hz. Peygamber’e (s.a.v) yöneltirler. Bu hâdise üzerine de Allah Teâlâ oracıkta şu âyet-i kerîmeyi indirir: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.” Yahûdiler de buna karşılık şöyle mukâbelede bulunurlar: “Bize çok şey verildi, Tevrât verildi. Ve kime Tevrât verildiyse; muhakkak ki ona çok şey ihsân edilmiştir.” Bu söylemin ardından Allah Azze ve Celle âyet-i kerîme ile son noktayı koymuştur: “De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadar mürekkep ilâve etseydik dahi Rabbimin sözleri bitmeden mutlaka deniz tükenirdi.”[7],[8]

Zikrettiğimiz ayrı iki rivâyetten ötürü âlimler ihtilâfa düşmüşlerdir.

Bazıları bu olayın birkaç defa yaşandığı için âyetin de birkaç defa indiğini ifade etmiştir. Buna göre Abdullah b. Mes’ûd’un (r.a) naklettiği hâdise, Mekke’de yaşandığı için âyet-i kerîme Mekkî’dir. İkincisi ise Yahûdiler Hz. Peygamber’e (s.a.v) soru yönlendirdiği için Medenî’dir.[9]

İbn Kesîr, İbn Mes’ûd’un rivâyetini naklettikten sonra akabinde şöyle demiştir: “Bu irtibata dışarıdan bakıldığında ortaya çıkmaktadır ki, âyet-i kerîme Medenî’dir. Âyet-i kerîme, Yahûdiler Medîne’de soru sorduğu zaman indi. Bununla beraber sûrenin hepsi Mekkî midir?! Buna şöyle cevap verilmiştir: “Bu âyet-i kerîmenin evvelinde Mekke’de indiği gibi ikinci defasında Medîne’de inmiş olma ihtimali vardır. Veyahutta âyet-i kerîme Mekke’de indi. İkinci kez Yahûdiler, Medîne’de ruhtan sorunca öncesinde Hz. Peygamber’e inen âyeti tekrar okumuştur. İşte o âyet budur:Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindendir ve size pek az bilgi verilmiştir.”[10]      

es-Süyûtî, Kur’ân ilmine dair yazdığı lâyemut eserinde, bir âyet-i kerîme ile ilgili rivâyet edilen iki hadisin şayet her iki senedinde de sıhhat bakımından eşitlik meydana gelirse, iki senedden birinin râvisi olayı bizzat görmüş veya tercihi gerektiren bir yönü varsa, bu tercih edildiğini ifade etmiştir.[11] Buna göre İbn Mes’ûd’un (r.a) rivâyet ettiği hadîs-i şerif, diğer hadise göre Kur’ân’dan sonra en sahîh iki kaynakta(Buhârî ve Müslim) geçtiği için daha fazla öne çıkmaktadır. Bununla beraber İbn Mes’ûd’un (r.a.) İslâm’ın ilklerinden ve Kur’ân’ı nerede ve ne için indiğini bilenlerin en iyileri arasında olduğundan[12] dolayı da rivâyetinin öncelendiği ifadeler arasında yer almaktadır.

2.Rivâyet

Abdullah b. Abbâs (r.a) rivâyet etti ki: “Mekkeli müşrikler, beş kişiden oluşan bir grubu Yahûdilere Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında sorular sorup, vasıflarını anlatmaları için Medîne’ye gönderdi. Vardıktan sonra bilginlere Hz. Peygamber’in (s.a.v) vasfını ve ne dediğini ilettiler. Yahûdi bilginleri dedi ki: “Eğer anlattığınız kişi, vasıfladığınız kimse ise biz O’nun vasfını ve gönderilişini Tevrât’ta görüyoruz. O bir peygamberdir, emri haktır, O’na tabî olun. Ancak ona üç tane soru sorun. Eğer o kişi gerçekten bir peygamber ise size ikisinden bahsedecek ve üçüncü soru hakkında bir şey demeyecektir. (Biz bu üç soruyu da Müseylimetülkezzâb’a[13] sorduk ve bilemedi.”) Beş kişilik grup Mekke’ye geldi ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) dedi ki: “Ey Muhammed! Bize yeryüzünün doğularına ve batılarına varıncaya kadar gezip dolaşan Zü’l-karneyn’den, ruhtan ve Ashâb-ı Kehf’ten haber ver.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) “Size yarın bunlarını cevabını vereceğim.” dedi ve İnşallah demedi. O günden sonra tam on beş gün geçti ve inşallah demediği için Hz. Cebrâîl (a.s) vahiy getirmede gecikti. Sonra Hz. Cibril (a.s) gelince Hz. Peygamber (s.a.v) dedi ki: “Bana gelmede çok geciktin!” Hz. Cibril (a.s) dedi ki: “İnşallah demediğin için. İnşallah demeye dikkat etmiyor musun? Hiçbir şey için ben, yarın bunu kesinlikle yapacağım deme.”[14] Ardından üç sorudan haber verdi ve Kureyşlilerin yanına gönderdi Hz. Peygamber’i (s.a.v). Hz. Peygamber (s.a.v), onlara Zü’l-karneyn’den verdi ve dedi ki: “Ruh, Rabbimin emrindedir. Hakkında bir bilgim yoktur. Böylece Yahûdilerin sorularına doğru cevaplar verince onlar dedi ki: “(Kur’ân ve Tevrât) Birbirini destekleyen iki sihirdir!”[15] Biz hepsini tümüyle inkâr ediyoruz. Sonrasında onlara Ashâb-ı Kehf’ten bahsetti.”[16]

Hadîs-i Şerîf’in Sıhhati

Hadisin senedindeki Muhammed b. Mervân yalancılıkla ithâm edilen bir kişidir. İbn Hibbân bu kişi hakkında şunu söylemiş: “Hadisleri, sikâ olan râviler üzerinden uyduruyor.”[17]

Hülâsa

Yahûdilerin Hz. Peygamber’e (s.a.v) üç soru yöneltmesiyle ilgili üç soru içeren rivâyetleri sıhhat yönünden inceledik ve sahîh olmadığı kanaatine âlimlerin ifadeleriyle vardık. Sadece ruhtan sorulması ise ifade ettiğimiz gibi sahih bir hadistir. Lakin mahiyeti hakkında bir bilgi elimizde mevcut değildir. Rivâyetin doğruluğu kesin olmadığı için diğer muharref kitaplarda mezkür konu ile alâkalı ne yazıldığının bir ehemmiyeti de kalmıyor.

 

Dipnot

[1] Bkz. Muhammed b. İshâk, Kitâbü’s-siyer ve’l-megâzî, Dârü’l-Fikr, Beyrût 1398, s.201-202; Şemdeddîn el-Kurtubî, el-Câmiu li-ahkâmi’l-Kur’ân, Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kâhire 1384, 10/347; İsmâîl el-İsbahânî, Delâilü’n-nübüvve, Dârü Taybe, Riyâd 1409, s.216.

[2] Bir hadisin muteber hadis alma yollarından olmayan “an” (عن) sîgasıyla rivâyet edildiğini ifade eden terimdir.

[3] Mahmûd b. Muhammed el-Mellâh, Et-Ta’lîku alâ er-rahîki’l-mahtûm, Dârü’t-Tedmiriyye, Suudiyye 1438, s.143.

[4] İbn Hacer el-Askalânî, Muvâfakatü’l-haber el-haber fî tahrîci ehâdîsi’l-muhtasar, Mektebetür-’Rüşd, Riyâd 1414, 2/70.

[5] Buhârî, Hadis No: 125; Müslim, H. No: 2794.

[6] İsrâ, 17/85.

[7] Tirmizî, Hadis No: 3140; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, H. No: 11252. (Senedi Sahîh’tir.)

[8] Kehf, 18/109.

[9] Bu görüşü öne sürenler arasında İbn Kesîr ve İbn Hacer yer almaktadır.

[10] Bkz. Ebü’l-fidâ’ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, Dârü Taybe, Riyâd 1420, 5/114.

[11] Bkz. Celâleddîn es-Süyûti, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân, el-Heyetü’l-Mısriyye, Mısır 1394, 1/120.

[12] Hatta Abdullah b. Mes’ûd’un söylediği bu söz dikkate şayandır: “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Kitabı’ndaki her bir sûrenin nerede indiğini; her bir âyetin de hangi konuda geldiğini çok iyi bilirim. Develerin ulaşabileceği yerde Allah’ın Kitabı’nı ben­den daha iyi bilen birinin olduğunu bilsem, mutlaka deveye binip ona giderdim.” Buhârî, Hadis No: 5002.

[13] Rasûl-i Ekrem (s.a.v) devrinde peygamberlik iddiasında bulunanlardan biridir.

[14] Bkz. Kehf, 18/23.

[15] Bkz. Kasas, 28/48.

[16] Celâleddîn es-Süyûti, ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-me’sûr, Dârü’l-Fikr, Beyrût ty., 5/357.

[17] Bkz. İbn Hibbân, el-Mecrûhîn mine’l-muhaddisîn ve’d-duafâ’ ve’l-metrûkîn, Darü’l-Va’y, Haleb 1396, 2/87.

 

You May Also Like