Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e (s.a.v) Nüzûlü

Kur’ân Vahyinin Başlangıcı

Kur’ân-ı Kerîm, bizlere vahiy ile ilgili, O’nun ilk defa Ramazan ayında[1] Kadir gecesinde[2] indirilmeye başlandığını haber vermiştir. Söz konusu vahyin, ilk olarak nasıl indirilmeye başlandığı hususunda Hz. Âişe’den (r.anha) nakledilen rivâyette şöyle denmektedir: “Allah’ın elçisine ilk defa vahiy, sâdık rüya yoluyla gelmeye başlamıştır. Zira O’nun her gördüğü rüya, sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Artık O, Hirâ mağarasında ibadet ediyor, yalnız azık almak için evine geliyor ve tekrar aynı mağaraya dönüyordu. Nihayet Allah Rasûlü’nün (s.a.v) mağarada bulunduğu bir esnada O’na vahiy meleği gelip, “Oku!” dedi. O da “Ben okuma bilmem.” diyerek cevab verdi. Rasûlullah buyurdu ki; “O zaman melek beni tuttu, takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra bırakıp tekrar, “Oku!” dedi. Ben de “Okuma bilmem.” dedim. İkinci kez beni tuttu, takatim kesilinceye kadar sıktı ve bıraktı, yine bana, “Oku!” dedi. Ben de “Okuma bilmem.” dedim. Yine beni tuttu, üçüncü defa sıktı ve bıraktı, sonra bana, “Yaratan Rabbin adıyla oku! O, insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. O keremi sonsuz Rabbin adıyla oku. O kalemle öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”[3] dedi. Böylece Allah’ın Rasûlü, kendisine vahyedilen bu âyetlerin dehşetinden titreye titreye[4] hanımı Hz. Hatîce’nin yanına geldi ve “Beni örtün.” dedi. Kendisini örttüler. Korkusu geçince başından geçen olayı Hz. Hatîce vâlidemize anlattı ve “Başıma bir şey gelmesinden korkuyorum.” dedi. Hz. Hatîce, O’nu teselli etmek adına, “Korkma! Allah, seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabayı ziyaret eder, işini görmekten âciz olanların işlerini yüklenirsin, yoksula bakarsın, misafiri ağırlarsın, hak uğruna halka yardım edersin” dedi ve O’nu, amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e[5] götürdü.[6] Varaka, Allah Rasûlü’nden olayı dinleyince şunları söyledi: “Bu sana gelen, Allah’ın Mûsâ’ya indirdiği melek; Nâmûs’tur.[7] Keşke kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman ben sağ olsam.” dedi. Peygamber Efendimiz de ona taaccübkarâne, “Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı ki?!” diye sordu. Varaka, “Evet, çünkü senin getirdiğin gibi bir şey getiren her peygambere düşmanlık edilmiştir. Eğer o günlerine yetişirsem sana çok yardım ederim.” dedi. Ancak çok geçmeden Varaka öldü.”[8]

Sahâbe-i kirâm hazerâtı (r.anhüm), Hz. Peygamber’e (s.a.v) ilk vahyin kırk yaşında gelmeye başladığını[9] ve O’nda (s.a.v), vahiy aldığı esnada bazı olağanüstü hâllerin müşâhade edildiğinden bahismevzû etmişlerdir. Söz konusu hâllerle ilgili hadislerin bize verdiği malûmatlara göre, Allah Rasûlü’ne (s.a.v) vahiy ulaştığı esnada âdeta kendinden geçerek en soğuk günlerde bile terler,[10] uykusu gelir, gözlerini belli bir noktaya diker, benzi sararır veya kızarır, vücudu ağırlaşır,[11] bazen de nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarırdı.[12] İslâm âlimleri, Allah Rasûlü’nde (s.a.v) görülen bu belirtileri O’nun (s.a.v), Kur’ân vahyini beşeriyetten melekiyete yükseltilerek fizik ötesi bir ortamda almış olmasına bağlamaktadırlar.

İbn Haldûn, bunun peygamberlerin meleklerle münâsebet kurmalarını, ancak onların melekleşmeleriyle mümkün görmektedir. İbn Haldûn’a göre bunun yolu da peygamberlere ma’nevî bir kuvvetin gelip kendilerini etkilemesi ve tabiatlarını değiştirmesiyle gerçekleşmektedir. Konuyla ilgili görüşü aynen şöyledir: “Vahyin nûru ortaya çıktığı vakit, peygamberler yanlarında bulunanlardan büsbütün kaybolarak ma’nevîyata yönelmiş olurlar ve dışardan bakıldığında uyku ve bayılma gibi bir hal meydana gelip, görenler onları uyuyor yahut bayılmış sanırlar. Halbuki o durum da bu hallerden hiçbirisi söz konusu değildir. Hakikatte kendileri horuldama halinde iseler de ruhları cezbeden ötürü yüce olan ruhlar ve meleklerle rûhânî münâsebet ve temaslarda bulunup, bunları müşâhedeye dalmış oldukları için beşer anlayışının büsbütün dışında bir durumdadırlar. Bu cezbe anında peygamberler, fısıldayarak söylenen sözleri işitir ve anlarlar.”[13]

Kur’ân-ı Hakîm, Peygamber’e Nasıl Ulaştı?

Allah Teâlâ, Kur’ân’ı Kerîm’i Ramazan ayında[14] Kadir gecesinde indirdiğini[15] bizlere haber vermiştir. Bununla beraber, âyetlerin Efendimiz’e (s.a.v) Cebrâîl vâsıtasıyla Allah Azze ve Celle tarafından belli zaman ve sebepler çerçevesinde geldiği malûmumuzdur. Lakin nasıl indirildiği ile alâkalı ulemâ, Kur’ân tercümânı Hz. Abdullah b. Abbas’tan (r.a) gelen muhtelif hadis varyantlarından ötürü ihtilâfa düşmüştür. Rivâyetleri değerlendirmişler ve Kur’ân’ın inzâli noktasında üç görüş üzerinde fikir beyân etmişledir. Bunlar:

1. Görüş

Abdullah b. Abbas’tan rivâyet edildiğine göre, “Kur’ân, Kadir gecesinden Beytü’l-İzze’[16]ye bir defada indirildi. Oradan da Peygamber’e yirmi üç (yirmi dört-yirmi beş-yirmi yedi) yılda müneccemen; parça parça indirildi.”[17]

Birinci görüşü esas alanların delillerine gelirsek; İbn Abbas’tan rivâyet edildiğine göre “Kur’ân, Kadir gecesinde bir kerede semâya indirildi. Allah, tayin ettiği belli ölçülerle Rasûlüllah’a yirmi yılda indirmiştir. Sonrasında İbn Abbâs (şu âyet-i kerimeyi) okumuştur: ‘Biz O’nu, insanlara belli aralıklarla okuyasın diye okumaya elverişli bölümlere ayırdık, peyderpey indirdik.’”[18],[19] Yine Abdullah b. Abbas’tan rivâyet edildiğine göre “Kur’ân, dünya semâsına Kadir gecesinde indirildi. Allah Teâlâ O’ndan bir şey indirmek istediği zaman Cebrâîl vâsıtasıyla bildirirdi.”[20] Başka bir rivâyette Abdullah b. Abbas’tan rivâyet edildiğine göre, önce “Muhakkak ki biz Kur’ân’ı, Kadir gecesinde indirdik.” âyetini okudu ve dedi ki; Kur’ân, dünya semâsına bir kerede indirildi orası da yıldızların olduğu mevkidir. Allah Teâlâ, O’nu zaman zaman Cibrîl vâsıtasıyla Rasûlüllah’a indirmiştir. Allah Teâlâ buyurmuştur ki, ‘İnkâr edenler, Kur’ân O’na bir defada indirilmeliydi! derler. Oysa biz O’nu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve O’nu ağır ağır okuruz.’”[21],[22] Başka bir rivâyette de “Kur’ân’ı Kerim, kısımlara ayrıldı ve Beytü’l-İzze’ye konuldu. Zamanı gelince Efendimiz’e oradan parça parça ulaştırıldı.” demiştir.[23],[24]

Suyûtî, “el-İtkân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân” adlı eserinde ilk görüşü esas alanların hadislerini nakletmiş ve rivâyetlerin tamamının sahih olduğunu beyân etmiştir.[25]

İbn Hacer, içlerinde en itimad edilecek görüşün bu olduğunu ifade etmektedir.[26] Hatta İmam Kurtubî, ihtilâf olmasına rağmen bu görüş üzerinde icma’ olduğundan bahsetmektedir.[27] Birinci görüş bu nedenle, âlimler nezdinde en çok kabule mazhâr olmuş, sahih ve meşhur bir rivâyet haline gelmiştir.

2. Görüş

Rivâyet edildiğine göre, “Kur’ân, Kadir gecesinde indirilmeye başlanmış ve tek bir indirmeyle yani Levh-i Mahfûz’dan Efendimiz’e, semâya uğramaksızın ulaştırılırmıştır.”[28]

Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin ikinci görüşü tercih ettiğini, Kur’ân’ın Levh-i Mahfûz’[29]dan semâya indirilişini zayıf sigayla ifade ettiğinden anlıyoruz.[30] Bir rivâyete göre Muhammed b. İshâk’ta bu görüştedir.[31]

3. Görüş

Rivâyet edildiğine göre, “Kur’ân’ı Kerîm, yirmi farklı gecede semâya indirilmiş, Kadir gecesinde ise yıl içinde indirilecek olan âyetler indirilir ve (hikmeti) sebebince Efendimiz’e perdeypey bildirilirdi.”[32]

Üçüncü görüşte olanlar, İbn Cüreyc, Ebû Abdullah el-Halîmî, Mukâtil b. Hayyân ve buna bir benzeriyle Mukâtil b. Süleymân olmuştur. Râzî, Bakara Sûresi’nin iki yüz seksen beşinci âyetini tefsir ederken bu iki rivâyetten dolayı, iki ihtimal ortaya çıkmaktadır demiştir: Birincisi Allah Teâlâ, Kur’ân’ı tümüyle Levh-i Mahfûz’dan semâya Kadir gecesinde indirmiş ve Cebrâîl vâsıtasıyla O’na (s.a.v) bildirmiştir. İkinci ihtimal ise, Levh-i Mahfûz’dan semaya (yirmi yıl boyunca) o yıl insanların ihtiyacı kadar âyetleri indirmiş ve yıl içinde perdeypey Cebrâîl (a.s) vâsıtasıyla bildirmiştir demiş bu iki görüşte isabetli olabilir ihtimaliyle tevakkuf etmiş[33] lakin Kadr Sûresi’nin birinci âyetini tefsir ederken semâvî kitapların indirilişinden bahsederken Kur’ân’ın semaya her yıl Efendimiz’e vahyedilecek miktarda indirildiğini ve sene içerisinde Cebrâîl’in (a.s) O’na (s.a.v) perdeypey bildirdiği görüşünü daha isabetli bulmuştur.[34]

Ulemâ, eserlerinde konuya ilişkin üç görüş zikretmiştir lakin, bazı kitaplarda Mâverdî’ye nisbet edilip lakin ona ulaşmayan dördüncü bir görüş daha zikredilmiştir.

O dördüncü görüşte rivâyet edildiğine göre, “Kur’ân, Levh-i Mahfûz’dan semâya meleklere indirilmiş olup oradan da Cebrâîl’e yirmi gecede müneccemen ulaştırılmıştır. Cebrâil de Peygamber’e yirmi üç yılda parça parça sebepler dahilinde indirmiştir.”[35]

İbn Hacer, Mâverdî’ye nisbet edilen bu görüşün garib olduğunu, Cibril’in (a.s) Allah Rasûlü (s.a.v) ile her yıl inen âyetleri Ramazan’da karşılıklı olarak birbirilerine okuduklarını (a.s) ifade etmiştir.[36] İbn Arabî, müfessirlerin Allah (c.c) ve Rasûlü (s.a.v) arasına melekleri vâsıta olarak koymalarını yanlış bulmuş ne Allah ile Cibrîl’in arasında ne de Cibril ile Muhammed’in (s.a.v) arasında birisinin olamayacağını zikretmiş ve bu görüşlerin batıl olduğunu vurgulamıştır.[37]

Hülâsa

Görüşler tümüyle ortaya koyulduğunda ulemâ, üç görüş zikredip ekseriyetle birinci görüşte yani; Allah Teâlâ’nın Kur’ân’ı, Kadir gecesinde bir defada indirmiş oradan da Peygamber’e (s.a.v) yirmi beş yılda müneccemen ulaştırmış olduğunu İbn Abbas’tan gelen rivâyetlerle daha isabetli bulmuştur. Birinci görüşe en yakın olan üçüncü görüşe, her ne kadar katılanlar olmuşsa da ikinci görüş yani; Kur’ân’ın semâya uğramadan Efendimiz’e (s.a.v) inmesine dair görüş nerdeyse yoktur denilebilir. Dördüncü görüşe baktığımız zaman garip görülmüş ve nerdeyse çoğu kitapta bu görüşe yer dahî verilmemiş. Rivâyetler, sened yönünden sahih lakin metin yönünden hadislerin sıhhati mevkuftur. Bu yüzden mesele ile alâkalı tevatür bir haber bize ulaşmadığından ahad haberler üzerinden de itikâdî olarak kesin bir şey söylemek doğru olmayacaktır. Lakin tabloya göre bir veya üçüncü görüşü almak, her hâlükârda çoğu âlimlerin yolunda gitmek adına tercihe şayandır. Bunların hepsini göz önünde bulundurarak noktayı böylece koymak isteriz:

Allah Teâlâ, “Doğrusu o (inkâr etmiş oldukları kitap), çok şerefli bir Kur’ân’dır. Şeytanların ulaşımından korunmuş bir Levha’dadır.”[38] buyurarak Kur’ân’ın ilk evrede Levh-i Mahfûz’da muhâfaza ettiğini, sonrasında “Gerçek şu ki, biz O’nu Kadir gecesinde indirmeye başladık.”[39] âyetiyle (Kur’ân’ı) Ramazan ayının Kadir gecesinde indirmeye başladığını, “Biz O’nu, Kur’ân olarak insanlara sindire sindire okuyasın diye (âyet âyet, sûre sûre) ayırdık ve O’nu peyderpey indirdik.”[40] âyetiyle de semâdan Efendimiz’e (s.a.v) parça parça indirmiş ve yirmi üç yılda tamamlamış olduğunu anlıyoruz. Allah Teâlâ, en iyisini bilir.

İşin Sırrı Nedir?

Asrımızda akıllar, nakillerin önüne geçirilmiş, freni patlak bir kamyon gibi, yokuştan aşağı dinle intihara kalkışmalar oldukça fazla olmuştur. Bilim, fen ve hikmet, onların nezdinde naklin yerini almıştır. Ulemâ ferâsetiyle bu meselede öngörü ile yaklaşmış, mesele hakkındaki görüşlerini açıkladıktan sonra olurda bu durumu akla arzetmeye çalışan birileri olursa, şöyle düşünebiliriz demiş ve hikmeti sebebini serdettikleri görüşler bağlamında zikretmişlerdir.

Suyûtî, bu bağlamda der ki: “Kur’ân’ın bu şekilde indirilmesinin hikmeti denildi ki, Kur’ân’ın azâmetini ve Kur’ân’ın kendisine indirildiği zâtın büyüklüğünü ifade etmek olabilir. Sanki yedi kat semâda ikamet eden meleklere şöyle bildirilmiştir: Şu kitap, en şerefli ümmetin peygamberine, peygamberlerin sonuncusuna indirilmiş bir kitaptır ve biz bu kitabı onlara indirmek için kendilerine yaklaştırdık. İlâhî hikmet, Kur’ân’ın, meydana gelen olaylara göre parça parça indirilmesini gerektirmeseydi önceden indirilen diğer semâvî kitaplar gibi yeryüzüne toptan bir defada indirilirdi. Ancak Allah Teâlâ, Kur’ân’ı diğer kitaplardan ayırmış, onlarda bulunmayan bir özelliği Kur’ân’a vermiştir. Oda Kur’ân’ın kendisine indirilen zatın şerefini bildirmek için önce toptan (semâya), sonra parça parça (yeryüzüne) indirilmiştir.”[41]

Hâkim et-Tirmizî dedi ki: “Kur’ân tek bir defada Allah (c.c) tarafından Muhammed’in (s.a.v) gönderilmesiyle bariz bir şekilde bahtlı olan ümmete teslim edilmek üzere indirilmiştir. Bu baht O’nun (s.a.v) gönderilmesinin rahmet olmasından kaynaklıdır. Kapıların açılmasıyla ne zaman ki rahmet ortaya çıktı, bu rahmet Muhammed’i (s.a.v) ve Kur’ân’ı beraberinde getirdi. Sonra Cibril (a.s) risâlet ve vahyi getirdi. Sanki Allah Teâlâ bu rahmeti bahtlı olan bu ümmete teslim etmek istedi.”[42] 

es-Sehâvî dedi ki: “Kur’ân’ın tek bir seferde semâya indirilmesinde Âdemoğlunu şereflendirmek, melâike katında onların hallerini ta’zim etmek ve Allah’ın (c.c) onlara olan yardımından ve rahmetinden haberdar olma mânası vardır. Bu mânadan dolayı Allah Teâlâ yetmiş bin meleğe En’âm Sûresi’ni takip etmeyi emretmiştir.”[43]

Üstad Bedîüzzamân dedi ki: “Îlem Eyyühe’l-Azîz! Kur’ân, semâdan nâzil olmuştur. Ve O’nun nüzûluyla semavî bir mâide ve bir sofra-i İlahiye de nâzil olmuştur. Bu mâide, tabakât-ı beşerin iştihâ ve istifâdelerine göre ayrılmış safhaları hâvîdir.”[44] Nasıl yeryüzü sofrasında herkesin ihtiyacına ve arzusuna uygun nimetler serilmişse, Kur’ân-ı Kerîm’de de tüm mevcûdâtın faydalanacağı ma’nevî sofralar ihsan edilmiştir. İman, salih amel, takva ayrı ayrı birer ma’nevî sofra olduğu gibi, güzel ahlâkın her bir şubesi de ayrı ayrı bir lezzetli sofra hükmündedir. İnsan bu ma’nevî nimetlere ne kadar fazla teveccüh ederse, onlara karşı arzusu o kadar artar, onlardan alacağı lezzet de o nisbette ziyâdeleşir.

Rabbim bizleri, bahşettiği nimetlerinden istifâde etmekten mahrum eylemesin, ve’s-selâm.

 

Dipnot

[1]  Bakara 2/185.

[2]  Kadr, 97/1.

[3]  Alâk, 96/1-5.

[4]  Hadis âlimleri, Hz. Peygamber’in (s.a.v) korkusu hakkında on iki şekilde açıklamalarda bulunmuştur. Lakin İbn Hacer, bunlardan iki tanesi (mecnun ve şüpheci olması) hariç, diğerlerini doğru bulmuştur. Bkz. Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî, Fethü’l-bârî, Darü’l-Ma’rife, Beyrût 1379, 1/24.

[5]  Varaka b. Nevfel için, İbrânice okuyup yazabilen, İncil’den haberdar olduğu kadar yazabilen ve gözleri görmez ihtiyar biri olup, Hanif dinine mensup kişilerden olduğu söylenmektedir. Ulemâ, Varaka’nın Müslüman olup olmadığı hatta sahâbî olduğu konusunda tartışmıştır. Hakkında Hristiyan olduğu söylense de Süheylî, Nevevî, İbn Kesîr, Zeynüddîn Irâkî ve evladı Velîyüddîn, İbn Hacer, Birmâni, Aclûni gibi âlimler, onun İslâm’ı benimsediğini ifade etmişlerdir. Bikâî bunu söylemekle beraber Varaka’nın ilk erkek sahâbî olduğuna dair “Bezlü’n-nush ve’ş-şefeka li’t-ta’rîf bi-suhbeti’s-Seyyid Varaka” adlı bir eser dahî te’lif etmiştir. İbn Mende, İbn Kudâme, İbn Hacer ve Zehebî gibi âlimler, sahâbe hayatlarından bahsettiği eserlerinde ona da yer vermişlerdir. Bkz. Ebü’l-Hasen Burhâneddîn el-Bikâî, Bezlü’n-nush ve’ş-şefeka li’t-ta’rîf bi-suhbeti’s-seyyid Varaka, Dârü’l-Fikr, Beyrût 1423, 41-43; İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1415, 6/475.

[6]  Bazı rivâyetlere göre de Peygamber Efendimiz’i (s.a.v), ilk vahye tanık olduktan sonra Varaka’ya götüren kişi, Hz. Hatîce (r.anha) değil, Hz. Ebû Bekir’dir. Bkz. Ebü’l-Kâsım Alî b. el-Hasen b. Hibetillâh b. Abdillâh b. Hüseyn, Târihu medîneti dimaşk, Dârü’l-Fikr, Beyrût 1415, 63/7.

[7]  Olayla ilgili rivâyetlerde geçen nâmûs ve nâmûs-i ekber, “sır ortağı, gizli bilgiye sahip olan” mânası dolayısıyla “Cebrâil” diye anlaşılmıştır. Çünkü Allah Teâlâ, başka hiç kimseye bildirmediği vahyi ve gayb bilgisini, O’na bildirmiştir. Cumhûrun görüşü de bu beyandadır. Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Fethü’l-bârî, 1/26.

[8]  Buhârî, Hadis No: 3-3392-4953-4955-4956-4957; Ahmed, Müsned, H. No: 25959; Müslim, H. No: 160 (Lafız Buhârî’ye aittir). Bkz. Ebü’l-Hasen Alî b. Ahmed b. Muhammed Alî el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, Dârü’l-İhlâs, ed-Damam 1412, 11.

[9]  Bkz. Buhârî, Hadis No: 3851; Müslim, H. No: 235.

[10]  Bkz. Buhârî, Hadis No: 2-4517; Müslim H. No: 2333-2170.

[11]  Bkz. Buhârî, Hadis No: 2677; Müslim, H. No: 2770.

[12]  Bkz. Buhârî, Hadis No: 1789; Müslim, H. No: 1180.

[13]  Velîyüddîn Abdurrahman b. Muhammed b. Haldûn, Mukaddime, Dârü Ya’rub, Dimeşk 1425, 1/229.

[14]  Bakara, 2/185.,

[15]  Kadr, 97/1.

[16]  Beytü’l-İzze’nin mahiyeti hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamakta, ancak Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e (s.a.v) peyderpey nüzûlünden söz edilirken onun semâ-i dünyâda (yere en yakın gök) bir yer olduğu zikredilmektedir. Beytü’l-İzze, tasavvuf terimi olarak ise Hakk’ta fâni olma halinde cem‘ makamına vâsıl olan kalp demektir. Bkz. Muhammed A‘lâ b. Alî b. Muhammed Hâmid et-Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti’l-fünûn ve’l ‘ulûm, Mektebetu Lübnân, Lübnân 1436, 1/353.

[17]  Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Minhâcî ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, Dârü’t-Tûras, Kâhire 1428, 1/228; Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî, el-İtkân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, Müessesetü’r-risâle, Beyrût 1429, 94.

[18]  İsrâ, 17/106.

[19]  Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, Mektebü’n-Nasr, Riyâd 1387, 2/222-368. Hâkim, hadisin senedinin sahih olduğunu, Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun olup almadıklarını ifade etmiştir. Zehebî de buna muvâfakat etmiştir. Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, el-Esmâ ve’s-sıfât, Mektebetu’s-Sevâdî, Suûdiye 1413, 1/572; Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî, Câmiu’l-beyân an te’vili âyi’l-Kur’ân, Darü Hicr, Beyrût 1422, 15/115; Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb b. Alî en-Nesâî, Sünenü’l-kübrâ, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1421, 10/205; Muhammed Ali es-Sâbûnî, Muhtasaru İbn Kesîr, Darü’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrût 1402, 2/632.

[20] el-Beyhakî, el-Esmâ ve’s-sıfât, 1/572; Hâkim, el-Müstedrek, 2/222. Hâkim, hadisin senedinin sahih olduğunu, Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun olup almadıklarını ifade etmiştir. Zehebî de buna muvâfakat etmiştir. Bkz. Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-beyân, 3/190.

[21]  Furkân, 47/32.

[22]  Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî, Şuabu’l-îmân, Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd 1423, 5/253; Hâkim, el-Müstedrek, 2/242. Hâkim, Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun olup almadıklarını ifade etmiştir. Muhammed b. Darîs, Fezâilü’l-Kur’ân, Darü’l-Fikr, Dimeşk 1408, 72.

[23]  en-Nesâî, Sünenü’l-kübrâ, 1/70; Ebü’l-Kâsım Müsnidü’d-dünyâ Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, Darü Samî’i, Riyâd 1415, 12/32; el-Beyhakî, el-Esmâ ve’s-sıfât, 1/368; Hâkim, el-Müstedrek, 1/571. Hâkim, hadisin sahih olup Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun olup almadıklarını ifade etmiştir.

[24]  Daha buna benzer birinci görüşe muvâfık rivâyetler mevcuttur. Makalemizi uzatmamak adına tüm rivâyetleri vermedik. Diğer rivâyetlere ulaşmak için bkz. Muhammed b. Abdurrahman eş-Şayi’, Nüzûlü’l-Kur’âni’l- Kerîm ve’l-inâyetu bih fî ahdi Rasûlillah, Basılmamış Tez, 116-118.

[25]  Es-Suyûtî, el-İtkân, 94.

[26]  İbn Hacer el-Askalânî, Fethü’l-bârî, 9/4.

[27]  Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh el-Kurtubî, el-Câmiu li-ahkâmi’l-Kur’ân, 3/160-161.

[28]  Ez-Zerkeşî, el-Burhân, 228; es-Suyûtî, el-İtkân, 95; İbn Hacer, Fethü’l-bârî, 9/4.

[29]  Levh-i mahfûz, cumhûra göre yedinci semânın üzerinde olup gayb âlemine ait bir husus olup mâhiyeti bilinmemektedir. Tasvirine ilişkin rivâyetler, asılsız ve felsefî teorilere bağlı yorumlar anlamsızdır. Sadece onun bütün nesne ve olayların ilâhî kalemle yazıldığına, Allah’ın (c.c) tabii ve ictimâî kanunlarını ihtivâ eden bir kitap olduğuna inanmak gerekir. Bkz. et-Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti’l-fünûn ve’l ‘ulûm, 2/1415; Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî el-Hacrî et-Tahâvî, Şerhu’l-‘akideti’t-tahâviyye, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1411, 1/159; İbn Kayyim el-Cevziyye, Şifa’u’l-‘alîl fi mesâili’l-kaderi ve’l-hikmeti ve’t-ta’lîl, Dârü’t-Türâs, Kâhire 1431, 39-41.

[30]  Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, Darü Yâsîn, İstanbul 1444, 3/536.

[31]  Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb, Darü’l-Fikr, Lübnân 1401, 5/91.

[32]  Ez-Zerkeşî, el-Burhân, 228; es-Suyûtî, el-İtkân, 95; İbn Hacer, Fethü’l-bârî, 9/4.

[33]  Fahreddîn er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 5/92.

[34]  Bkz. Fahreddîn er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 31/29-30.

[35]   Suyûtî, el-İtkân, s.95-96.

[36]  Bkz. İbn Hacer, Fethü’l-bârî, 9/4.

[37]  Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed el-Meâfirî, Ahkâmü’l-Kur’ân, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1424, 4/427.

[38]  Burûc, 85/21-22.

[39]  Kadr, 97/5.

[40]  İsrâ, 17/106.

[41]  Es-Suyûtî, el-İtkân, 96; Ebü’l-Kâsım (Ebû Muhammed) Şihâbüddîn Abdurrahmân b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Makdisî, Mürşidü’l-vecîz ilâ ‘ulûmi tete’alleku bi’l-kitâbi’l-‘azîz, Darü Sadr, Beyrût 1395, 24.

[42]  Es-Suyûtî, el-İtkân, 96; Ebû Şâme el-Makdisî, Mürşidü’l-vecîz, 26.

[43]  Es-Suyûtî, el-İtkân, 96; Ebü’l-Hasen ‘Alemüddîn es-Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikra’, Müessesetü’l-Kitâbü’s-Sekâfiye, Beyrût 1419, 1/153.

[44]  Nursi, Bedîüzzamân Saîd, Mesnevi nûriye, Envâr Neşriyât, İstanbul 2021, 120.

You May Also Like