Soru Detayı
Ateist biri şöyle yazmış: Maverdi tefsirinde Nisa/34’ü tefsir ederken, kadınları yalnız bırakın ifadesini açıklarken Taberi’nin şöyle dediğini nakletmektedir: “Bu erkeğin karısını hicar ile bağlamasıdır. Hicar cima yapmaya karar versin diye devenin bağlandığı iptir.” (Maverdi Tefsiri En Nüket vel Uyun 2. Cil 60. sf.) Buradan hareketle ateist kişi şunları söylüyor: “Taberi’nin kadını hicar denen bir ip vasıtasıyla deve bağlar gibi bağlaması şeklindeki yorumu hakikaten Arap coğrafyasında kadının değerinin ne olduğunu ortaya koyuyor.” Bu mevzuyu açıklar mısınız? Ateistin bu hezeyanlarına ne cevap verilir?
Değerli Kardeşim!
Öncelikle ifade edelim ki, ayet ve hadislerde böyle bir ifade yoktur.
Kadına karşı yapılması tavsiye edilen yatakların ayrılması, kadını ıslaha ve evliliği kurtarmaya yönelik bir uygulamadır. Yatakların ayrılması veya ayrı mekanları paylaşması hem psikolojik hem de sosyolojik bir yaptırım içermektedir.
İnsanlar yaratılış bakımından farklı özeliklere sahip olabildikleri gibi yanlışlarından dönebilmek için de farklı yöntemlerden etkilenebilirler.
Bazı kimselere sözlü nasihat etkili olabilirken bazılarına ise etki etmeye bilir. Sözden ziyade eyleme yönelik davranışlar onlar üzerinde daha etkili olabilir. Onun için ıslaha yönelik yollar da yaptırıma yönelik uygulamalar da farklı olabilir.
İşte yıkılma ve dağılma aşamasına gelmiş bir ailenin kurtulması için, eşlerin belli bir süreliğine ayrı kalmaları, onlara hatalarını görmeye sebep olabilir.
Aynı mekanda yaşayan ve sürekli tartışan çiftlerin geçici bir süreliğine ayrı kalmaları, her iki tarafın hatalarını görebilme ve birbirlerini daha iyi anlamalarına sebep olabilecektir.
Bir müddet ayır kalan karı-koca hem daha aklı selim düşünebilecek hem de yalnız kalmanın verdiği yalnızlık psikolojisini yaşayarak kendilerini düzeltme yoluna gireceklerdir.
İbn Cerîr et-Taberî, tefsîr kitabında böyle bir yorum yapmıştır.[1] Böyle bir yorum yapmış olsa da kadının iple bağlanabileceği İslâm’ın bizlere bir emri veya bir tavsiyesi değildir.
Kadınların iple bağlanması, ne Kur’ân-ı Kerîm’de ne de Sünnet-i Seniyye’de geçmemektedir. Sahih kaynaklarımızda böyle bir emir yahut tavsiye sözkonusu değildir.
Konuyla ilgili âyet-i kerîme tam olarak şöyledir:
“Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lütuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları (hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”[2]
Tefsir âlimleri bu âyet-i kerîme üzerine birtakım yorumlar, açıklamalar yapmıştır. Genel hatlarıyla âyette; kadınların baş kaldırması, kocalarının sözlerinden çıkması durumunda kendilerine çekidüzen vermeleri için nasihat edilmesi, öğüt vermede bir fayda hasıl olmasıysa yatakların ayrılması, nihayetinde de hafifçe vurulması ifade edilmiştir.
Kadınların yataklarda yalnız bırakılması ve onlara hafifçe vurulması noktasında yorumlar beş ayrı görüş altında belirtilmiştir:
- Karısıyla ilişkiye bir süre girmemesi.
- Hanımıyla bir süre konuşmaması ve aynı yatakta yatıldığı vakit ona sırt dönülmesi.
- Aynı yatak ve döşeklerde bir müddet uyulmaması.
- Karşılaşılan sorun hakkında koca tarafından karısına ciddi uyarılar yapılması.
- Kaçmaması için iple bağlanılması.[3]
Sizlerle paylaştığımız bu görüşler, hepsi birer yorumdur. Ne âyettir, ne de hadistir. Bunlar; karı kocanın sorunla karşılaşması sürecinde başvurulmak üzere bazı âlimler tarafından sunulan birtakım tavsiyelerdir.
Her evli çiftin kendine göre sorun çözme tekniği ve taktiği vardır. Tüm sorunlara karşın tek bir yol göstermek asla çözüm değildir. Karı ve koca, bakış açısı ve mizaç gereği sorunlarını kolay bir şekilde nasıl yoluna koyabiliyorlarsa; o yol minvalinde hareket etmelidir.
Taberî’nin de ne yapmak istediğini anlamaya çalıştığımızda beş görüşten dördünün kimden sadır olduğunu rivâyetlerle birlikte serdettikten sonra “Vehcurûhunne/Yataklarına girmeyin, sokulmayın!” âyetinde geçen “Hâcera” kelimesini tahlil ederken Arap dilinde zikredilen kelimenin üç mâ’naya da gelebileceğini söylemekte; birinci anlamın bir kişinin sözünü terketmek ve dinlememek, ikinci anlamın alay eden birisi gibi sürekli tekrarlı konuşmak, üçüncü anlamın da birinin devesini bağlaması durumunda deve bağlandı anlamlarına geldiğini ifade etmektedir.[4] Ardında da üç sözlük anlamından Arapların dilinde istimal edilen en yakın ve doğru anlamın üçüncüsü olduğunu savunmaktadır.[5]
Kaynaklarımızda Taberî’nin görüşünü destekler nitelikte ifade ve yorumlar görülmemektedir. Aksine Taberî’nin bu görüşü için Maverdî, “Bu haberin tek başına kabul görmesi üzerine herhangi bir delil yoktur.”[6], İbn Atiyye, “Taberî, görüşünü öne çıkarıp diğer görüşleri âtıl bıraksa da onun konuyla alâkalı yaptığı yorum; sakıncalıdır.”[7], Zemahşerî, “Taberî’nin söylemek istediği şey; onları ilişkiye zorlayın ve bağlayındır. Eğer kaçmasından korkuyorsa da onu deve ipiyle bağlar. (Taberî’nin yaptığı) yorum, zorlayarak çıkarılan anlamlardandır.”[8]
Kadınlara Vurulması
Ateist, deist vb. akımların İslâm’ın temel esasları arasında evrensel ilkelerine dikkat kesilmek yerine içinde kısmen şaz görüşler barındıran ifadeleri cımbızla çekmesi; dertlerinin üzümü yemek değil; bağcıyı dövmek olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
Allah Azze ve Celle, İslâm’ı eşyâ ve hâdise üzerinde hâkim kılma yolunda Hz. Peygamber’i (s.a.v) de yardımcısı tâyin ederek belli başlı kurallar, kâideler ve tavsiyeler ortaya koymuştur. Emir dışındaki ifadeler, yapmayı zorunlu kılmaz. Kişi emir dışındaki tavsiyelerde tercih hakkında sahiptir.
Örneğin biraz sonra değineceğimiz “Kadınlara hafifçe vurun!” âyetinde Allah Teâlâ, kadınların dövülmesini emir vermemekte aksine bir karı kocanın ilişkiyi bitirme raddesine gelmeden önce ön hazırlık sürecinde alması gereken sağlıklı ve en selim yolları ortaya koyarak birtakım tavsiyelerde bulunmaktadır.
Maksadımızı biraz daha açacak olursak; Allah Teâlâ, Müslüman erkeklere, hanımlarının onlara itaat yerine isyan etmeleri durumunda önce öğüt, sonra yatakları ayırma, nihayetinde ise hafifçe vurulmasını söylemektedir.
Peki Allah Rasûlü’nün (s.a.v) hayatına baktığımızda bir beşer olması hasebiyle hanımlarıyla kavga etmişliği, onlarla küsmüşlüğü yok mudur? Tabi ki vardır. Tertemiz annelerimizden olan Hz. Âişe (r.a) hakkında bir zaman zina iftirası atıldığı vakit[9] bile Hz. Peygamber’in (s.a.v) Hz. Âişe’ye (r.a) vurduğunu, aşağıladığını bırakın hakkında olumsuz tek bir söz dahi ettiği kimselerce iddia edilmemiştir. Bu örnek bize; kadınlara hafifçe vurmanın tavsiyeler arasında yer aldığı sözkonusu olsa da Hz. Peygamber’in (s.a.v) hanımlarına asla el kaldırmadığını aksine O’nlara karşı şefkatini ve merhametini ortaya koyuyor.
Net bir biçimde söyleyebiliriz ki; Allah Rasûlü (s.a.v), Allah’ın en sevgili kulu olmasına rağmen ömrü boyunca hiçbir zaman -savaş durumları hariç- şiddete başvurmamıştır.
Hz. Âişe (r.a) annemiz konuya ilişkin der ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah yolunda savaşma hali dışında ne bir kadına ne bir hizmetçiye, kısacası hiçbir kimseye eliyle vurmadı. Kendisine fenalık yapan kimseden intikam almaya kalkmadı. Yalnız Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alırdı.”[10]
O yüzden en başta da belirttiğimiz üzere ateistlik vb. ideolojilerin derdi, İslâm’a karşı sakıncalı görüş ve düşüncelerle mücadele etmek, Allah’ın (c.c) nurunu söndürmeye çalışmaktır.
Dipnot
[1] Ebû Ca’fer İbn Cerîr et-Taberî, Câmiü’l-beyân ‘an te’vili âyi’l-Kur’ân, Dârü’t-Terbiye ve’t-Turâs, Mekke t.y., 8/306.
[2] Nisâ, 4/34.
[3] Bkz. Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, en-Nuket ve’l-‘uyûn, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût ty., 1/482.
[4] Bkz. İbn Cerîr et-Taberî, Câmiü’l-beyân, 8/306.
[5] Bkz. İbn Cerîr et-Taberî, Câmiü’l-beyân, 8/309.
[6] Bkz. el-Mâverdî, en-Nuket ve’l-‘uyûn, 1/483.
[7] Bkz. İbn Atiyye el-Endelüsî, el-Muharrerü’l-vecîz fî tefsîri’l-kitâbi’l-ʿazîz, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1422, 2/48.
[8] Bkz. Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an hakâiki gavâmidi’t-tenzîl, Beyrût 1407, 1/507.
[9] İlgili meseleye bkz. Nûr, 24/11-22.
[10] Müslim, Hadis No: 2328.