Zayıf Hadisle Amel Noktasında Bir Nokta-i Nazar

 

Efendimiz Aleyhisselâm’dan kavlen, fiilen veya takrîren sâdır olan haberlere[1]Hadîs-i Şerîf” diyoruz.[2] Hadîs-i Şerifler; metin ve sened olmak üzere iki ana bölümden oluşur. Bir hadis metni, anlam bakımından doğruyu işaret etse de onun gerçekte Hz. Peygamber’e (s.a.v) ait bir söz olduğunun tesbiti senede; yani güvenilir râviler zincirine bağlıdır. Bunun önemine binâen Ulemây-ı İslâm, asırlar boyu Kur’ân’dan sonra ikinci vahiy mahsûlü olan hadisleri[3] sonraki nesillere olduğu gibi ulaştırabilmek için kılı kırk yararcasına himmet edip ihtimâm göstermiş, önceki ümmetlerde olmayan bir tenkit ilmi geliştirmiştir.

Tenkit ilminde; hadisler metin ve sened yönünden kritik edilmiş, konuşanın yalnız hakikat olması adına büyük emekler sarfedilmiştir. Hadis kritiği ile meşgul olan uzmanlar, Hz. Peygamber’e (s.a.v) nisbet edilen bir söz, O’nun döneminden başlamak suretiyle onlarca asır sonrasına değiştirilmeden, ekleme ve çıkartma yapılmadan ulaştırılma noktasında başarıyı getirecek bir sistem ortaya koymuşlar. Bu sistem, mihenk taşı niteliğinde kendisine herhangi bir sözün arzedilmesi sonucunda hadîsin keyfiyetinin, derecesinin, doğru ve yanlış oluşunun ortaya çıkışını sağlayan bir metodoloji olmuştur.

İşte bu yazımızda; hadis metodolojisi ışığında hadis âlimlerinin üzerinde yorum yaptıkları ve kabul edilip amel edilmesi yönünde birtakım şartlar öne sürüp konuştukları “Zayıf Hadis” konusunu ve amelini değerlendireceğiz.

Zayıf Hadis

Sahîh veya hasen hadis şartlarından birini veya birkaçını taşımayan hadislere “Zayıf Hadis” denir.[4] Bu şartlar; hadis senedinin muttasıl olması, râvilerinin[5] tamamının adâlet ve zabt[6] vasıflarını taşıması, sikâ/güvenilir[7] bir râvinin kendisi gibi sikâ râvilere muhâlif olarak naklettiği bir hadisi olmaması[8] ve illetten ârî olmasıdır.[9] Zikredilen bu şartlardan biri veya daha fazlasında noksanlık taşıyan bir hadis, genel hatlarıyla zayıf hadis diye nitelendirilse de şartların farklı olması hasebiyle ıstılâhî kavramlar farklı tesmiye edilmiştir.[10]

Zayıf Hadisle Amelin Şartları

Ehl-i hadis ve diğerlerine göre, ittifakla senedi zayıf hadisle amel etmek caizdir.[11] Muhaddisler, akâid ve ahkâma dair konular olmamak şartıyla, isnâdı zayıf hadislerin rivâyetinde bir sakınca görmemiş; mevâiz, kıssalar, amellerin fazileti noktasında tergîb ve terhîb konusunda hadis rivâyet etmede bir beis görmeyerek mu’tedil hareket etmişler. Abdullah b. Mübârek,[12] İbn Mehdî[13] ve Ahmed b. Hanbel[14] gibi hadisin muhkem kaleleri, helal-haram dairesinde zayıf hadisin naklini “işi zorlaştırmak”, fezâil-i amel noktasında ise rivâyetin naklini “amelleri kolaylaştırmak” olarak görmüşlerdir. Bunula beraber, hadislerin ameli için de birkaç şart öne sürerek, şartlar muvâhecesinde haberlerle amel edilebileceği hususunda karara varmışlardır. Ulemâdan kabul için öngörülen koşulan şartlar şu şekildedir:

Birinci Şart

Hadis, helal-haram hükümlerini içermeyecek ve itikadî meselelere dair olmayacak.[15] Âlimler, faziletli amellerin rivâyetinde müsâmaha göstermişlerdir. Burada istisna ettikleri konular ise akâid, helal ve haramlardır. Akaid, helal ve haram meselelerinde şer’i deliller olmadan üzerinde bir karara gitmek sağlıklı olmayacağı gibi mümkün de değildir. İlgili meselede, âyet-i kerîme veyahut sahîh hadis-i şerifler olmadıkça konuya ilişkin ne bir sonuç elde edilebilir ne de bir fetva çıkartılabilir. Bu konuda en-Nevevî, “Helal-haram, alışveriş, nikah-talak vb. hükümlerde sadece sahih ve hasen hadis ile amel olunabilir.” demiştir.[16]

İkinci Şart

Hadis çok şiddetli olmayacak.[17] İbn Hacer’in bu şartı üzerinde her ne kadar ulemâ ittifâk etmiş[18] denilse de bilindiği üzere değildir.[19] Bu şarta göre, yalancılıkla ithâm edilmiş bir râvinin rivâyetinde teferrüd etmesi sonucu hadisiyle amel caiz değildir. Bu hadise literatürde “Metrûk veya Matrûh Hadis” denir.[20] Amel edilmesi caiz olmayan bir hadisi, rivâyet etmek de caiz değildir. Çünkü bu kişilerde hadîs-i nebevîyi rivâyet ederken yalan söylediğinden şüphe edilmiştir. Bu nedenle hadis reddedilir. Zikredilen şarta göre dışarıda kalan diğer hadis çeşidi ise “Münker” hadistir. Bu da zayıf bir râvinin sikâ veya sadûk[21] bir râviye muhâlefet ederek rivâyet ettiği hadistir.[22] Sikâ veya sadûk bir râvi, âlimlerin kurduğu Cerh ve Ta’dil Sistemi’nden[23] şartlar mukâbilinde geçen ve kendisi hakkında müsbet karar verilen kişidir. Bu sebeble muhâlefet olunan kişi, güçlü vasıflarından dolayı “Ma’ruf” sıfatını kazanırken[24] diğer yanda belli sebebler çerçevesinde sistemden doğru biri olarak geçememiş birinin, amel için yetersiz olduğuna delâlet etmektedir. Bununla beraber, zayıf olduğu hâlde kendisinden daha güçlü birisine muhâlefet ederek hadis rivâyet etmesi, rivâyet ettiği hadislerin reddedilişine sebebtir. Bu hadis çeşidinin de amel edilebilir bir tarafı, rivâyet edilecek bir yönü yoktur.

Üçüncü Şart

Zayıf hadisle amel için mevzû hadise yakın olmaması gerekir.[25] Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v) buyurmuştur ki: “Kim benden bir hadis naklediyor ve yalan olduğu da görülüyorsa o iki yalancıdan birisidir.”[26] İmam Nevevî, zikredilen hadisin şerhinde “Kim bir hadis rivâyet ederken bilerek veya zann-ı gâlibine göre mevzû olduğunu düşünerek sıhhatini belirtmeden bir hadis aktarırsa ‘iki yalancıdan birisidir!’ hadisine girmiştir.”[27] demektedir. İbn Salâh’ın bu şartı, müsellem olup ulemânın tamamı tarafından kabul görmüştür. Zira mevzu hadisin şartlarını nerdeyse oluşturmuş zayıf bir hadis, artık benzediği (mevzu) hadis yönüyle ameli veya nakli caiz olmaz.[28]

Dördüncü Şart

Hadis, kendisiyle amel olunan umumî ve aslî bir hükmün altına girmelidir.[29] Bu şarta göre rivâyet edilen bir hadis, kendisiyle amel edilen sahih bir hadisin altına derc edilebilmelidir. Râvi rivâyet ettiği hükmî bir hadisle, kendisinden hüküm intinbât edilmiş bir hadise ters düştüğünde bu takdirde o hadisle amel edilmez, terkedilir. Aksi takdirde Sünnet’i Seniyye’nin yerini işgal eden bid’atlar almış olur. Her bid’atta dalâlettir.[30] Her dalâlette Cehennem’dedir.[31] Allah Rasûlü (s.a.v) bu meyanda şöyle buyurmuştur: “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez.”, “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur, makbul değildir.”[32]

Beşinci Şart

Hadis ile amel edilirken onun sâbit olduğuna yüzde yüz sahîh olduğuna inanılmamalı, aksine ihtiyâten amel edildiği bilinmelidir.[33] İhtiyattan kasıt, hadis-i şerifin Allah Rasûlü’nden (s.a.v) doğru şekilde rivâyet edildiği kesinleşmemiş olmasıdır. Es-Sehâvî, “zayıf hadisle amel edilirken Allah Rasûlü’nün söylemediği bir şeyi O’na isnad etmiş olmamak için o rivâyeti ihtiyatla karşılamak gerekir.” der.[34] Tamamen amel dışında bırakmamamızın bir nedeni de âdil ve zâbit râvilerin hata yapma ihtimali bulunduğu gibi zayıf râvilerin rivâyetlerinde isâbet etme ihtimali de vardır.

Bazı kitaplarda altıncı şart olarak; hadisle amel eden, hadis sünnettir diye itikad etmemeli diye geçmektedir. Bu şart, garipsenmiş ve kime ait olduğu da tesbit edilememiştir. Muhammed Avvâme (hafizahullah) hocamız, şöyle bir örnek vererek altıncı görüşü çürütmüştür: “Bu sözün aslı nedir?! Bu şartı söyleyene denilir ki; eğer bundan bir sevap ve mükafat beklemiyorsam neden amel edeyim?!”[35]

Ulemâ Katında Zayıf Hadisle Amel

Ahmed b. Hanbel, “Bir konuda, (sahih) bir hadis olmadığı takdirde zayıf hadisle çakışan bir sahih hadiste yoksa amel edilir demektedir.”[36] Ebû Dâvûd es-Sicistânî ve Ahmed b. Hanbel,[37] bir babta başka bir hadis bulunmadığı takdirde zayıf hadisin, kişilerin görüşünden daha sevimli ve kuvvetli olduğunu ifade etmişlerdir.[38]

Süfyân es-Sevrî, “Zayıf hadis noktasında rağbet edilen faziletli amelleri, tebliğ edenlerden alınız. Helal ve harama gelince, eksiği fazlasından ayıran ehillerden alın demektedir.”[39] Süfyân b. Uyeyne, “Bakıyye b. Velid’den -itikatta- hadis almayın; lakin amelde ve fazilette ondan alın.”[40] demiştir. Bakıyye b. Velîd, hadis ulemâsı arasında hüccet kabul edilmesi ihtilaflı[41] olmasına rağmen faziletli ameller noktasındaki rivâyetleri müsamâha görmüştür. Bu da amellere rağbetin azalmaması açısından âlimler tarafından bir uğraş verildiğini ortaya çıkarmaktadır.

Ebû Zekeriyyâ el-Anberî dedi ki: “Bir haber, haramı helal, helali haram yaparak gelmiyor, bir hükmü vâcib kılmıyor tergîb-terhîb, teşvik içeriyorsa; (rivâyetin sıhhati) görmezden gelinip rivâyette kolaylık sağlanır.”[42] Beyhakî de “Şuabu’l-îmân” adlı eserinde zayıf hadisin ameli hakkında, “Ehl-i hadis, faziletli amel ve duaların rivâyetinde mütesâhil davranmışlardır. Eğer bir rivâyetin râvisi, yalan hadis uydurmakla malum olmuş veyahut hadiste bir yalanı olduğu (sonradan) ortaya çıkmışsa hadisi (kabul edilmez ve) rivâyet edilmez.” demiştir.[43] İbn Abdilberr “et-Temhîd” adlı eserinin mukaddimesinde “Zayıf hadis, kendisiyle delil çıkarılmasa dahi atılmaz. Senedi zayıf bir hadisin mânası doğru olabilir.”[44] demiştir.

Münzirî’nin “et-Tergîb ve’t-terhîb”i, İbn Kayyim el-Cevziyye’nin “el-Vâbilü’s-sayyib”, “er-Rûh” ve “Hâdi’l-ervâh”ı, Abdullah b. Mübârek’in, Vekî’ b. Cerrâh’ın, Ahmed b. Hanbel’in ve İbn Ebî Dünyâ’nın te’lif ettikleri “Kitâbu’z-Zühd” gibi eserleri; ibadet, takva, ihlas, tevekkül, doğruluk, tevazu, kanaat gibi konuları ihtivâ eden ve tamamen faziletli ameller ve me’sur dualar içerdiğinden bu noktada zayıf hadise olan mutedil yaklaşımları ehlince ilamı malumdur.[45]

Kemâleddîn İbnü’l-Hümâm, ‘İmâme’ babının başlarında “Mevzû hadis dışındaki faziletli ameller ile ilgili (zayıf) hadislerle amel edilebilir.”[46] derken cenâzenin taşınması adında bir fasıl açmadan önce “Müstehablık, mevzû olmayan zayıf hadisle sâbit olur.”[47] demiştir.

Molla Aliyyü’l-Kârî, “Mevzûat” adlı eserinde “En faziletli gün Arefe günüdür. Eğer Arefe günü, Cuma gününe denk düşerse bu yetmiş haçtan daha faziletlidir.” hadisini naklettikten sonra şöyle der: “Bazı muhaddisler hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Hadisin sıhhat değeri zayıf olsa da amaca bir zararı yoktur. Zira zayıf hadis, tüm erbâb-ı kemâl sahibi âlimlerce faziletli amel noktasında muteber olarak kabul edilmiştir.[48]

Hülâsa

Bir hadîs-i şerifi rivâyet ederken onun senedi yok ise ya da sıhhatinden şüphe ediliyor ise; “Allah Rasûlü buyurdu!” veya “Rasûlüllah emretti ki!” demek dinen caiz değildir. Nitekim Peygamber-i Ekber (s.a.v) bu hususta, “Muhakkak ki hakkımda söylenmiş bir yalan, herhangi birisi için söylenmiş bir yalan gibi değildir.”[49], “İftiraların en büyüğü(nden birisi), Rasûlüllah’ın söylemediği bir şey için söyledi demektir.”[50], “Kim benim hakkımda yalandan hadis uydurursa/rivâyet ederse Cehennem’deki yerini hazırlasın.”[51] buyurmaktadır. Nebevî ikazlara göre dini anlatmakla sorumlu olan âlimler, hocalar, şeyhler; yazımızda zikrettiğimiz bu beş şarta sahip olan hadisleri kürsüde, minberde, sosyal medya mecralarında gönül rahatlığı ile nakledebilir ve kendileri de sevap kazanmak maksadıyla amel edebilirler. Bunun dışında insanların hiç duymadığı, duyulmasıyla dinde garip karşılandığı hatta İslâm’a karşı olan bazı güruhların koz olarak kullanacakları aşırı zayıf veyahut mevzu hadislerin aktarılması Müslümanlara hizmet olmaz hezimet olur. Bu doğrultuda Muhammed Avvâme Hocamız, “Hatîb, vâiz veya tebliğcilerin, Şerîat’a ters olan ve insanların akıllarına garip ve inandırıcı gelmeyen hikmetleri, hadisleri rivâyet etmemesi gerekir. Aksi taktirde insanlar, (o rivâyet ettikleri hadisleri) inkâr ederler.”[52] der. Efendimiz Aleyhisselâm’ın “İnsanları kendi konumlarında değerlendirin.”[53], “İnsanların anlayabilecekleri şekilde konuşun. Allah’ın ve Rasûlü yalanlansa buna sevinir misiniz?![54] şeklindeki hadîs-i şerîflerini de bu minvalde değerlendirebiliriz.

Herkesin bir şeyi çok farklı anlayabileceği bir dönemde konuşacaklarımızı iyi tartmalı, Kur’ân ve Sünnet mihengine vurduktan sonra elekten geçenleri insanlarla paylaşmalıyız. Kaş yapalım derken göz çıkarmamalıyız. Bir iş yapayım derken büsbütün bozup tahribata yol açmamalıyız.

Rabbim! Din görevlilerini Allah Rasûlü’nün (s.a.v) söylemediği bir şeyi söylemekten, yapmadığı bir şeyi teşvik etmekten muhâfaza eylesin.

 

Dipnot

[1] Tarifte ‘hadis’ değil de ‘haber’ kelimesini kullanmamız mânen haberin hadisten daha fazla kapsamlı olduğundan dolayıdır. Bkz. Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed el-Askalânî, Nüzhetü’n-nazar fî tavdîhi nuhbeti’l-fiker, Dârü İbn Kesîr, Beyrût 1440, s.68.

[2] Bkz. Muhammed b. Sâlih el-Useymîn, Mustalahü’l-hadîs, Mektebetü’l-İlm, Kâhire 1415, s.5.

[3] İmam Mâtürîdî, Rasûlüllah’a (s.a.v) tebliğ edilen vahyi üç gruba ayırır. Birincisi; Kur’ân vahyidir. Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v) gelen vahiyden öncelikle bu vahiy anlaşılır. İkincisi: Beyân vahyi. Hz. Peygamber’e (s.a.v) Cebrâil vâsıtasıyla veya Allah’ın (s.a.v) dilediği başka bir şekilde tebliğ edilip Kur’ân’daki helâl ve haramları açıklayan vahiy şeklidir. Üçüncüsü ise ilham ve ifhâm vahyi. İnsanlar hakkında Allah’ın (c.c) bildirdiği şekilde hüküm vermenin gerekliliğinden söz eden âyetin (Nisâ, 4/105) işaret ettiği vahiydir. Allah Rasûlü’nün (s.a.v) dinî konularda yaptığı açıklamalara ilişkin olarak Allah’tan (c.c) gelen ve doğruyu hissettiren ilhamlardan meydana gelmektedir. Bkz. Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1426, 3/648-49.

[4] Ebü’l-Fazl Celâlüddîn es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, thk: Muhammed Avvâme, Darü’l-Yüsrâ ve Dârü’l-Minhâc, Mekke 1437, 3/81.

[5] Râvî: Bir hadis-i şerîfi, başkasına naklederken senedini başından sonuna kadar zikrederek aktarana denir. Bkz. Seyyid Abdülmâcid el-Gavrî, Mu’cemü’l-mustalahâtu’l-hadîsiyye, İbn Kesîr, Beyrût 1428, s.346.

[6] Râvinin adâlet ve zabt yönünden tan edilen noktaları kısaca toplam on tanedir. Adâlet yönünden; 1-Efendimiz’in (s.a.v) hadisleri ile alâkalı yalan söylemesi, 2-Yalan söylediği ile ilgili töhmet altında kalması, 3-Hadiste yaptığı hataların doğrusundan çok olması, 4-Fazlaca gaflette olması, 5-Kavlen veya fiilen dinde büyük sayılan bir günahı irtikâb etmesi veya ısrarla küçük günah işlemesidir. Zabt yönünden ise; 6-Vehmederek hadis rivâyet etmesi, 7-Rivâyet ettiği hadisle sikâ bir râviye muhâlefet etmesi, 8-Râvinin cerh ve tadil yönünden meçhul kalması, 9-Bid’at ameller işlemesi, 10-Hâfızasının kötü olmasıdır. Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nazar, s.186-188.

[7] Sikâ: Adâlet ve zabt yönünden tüm şartlara hâiz kişiye denir. Bkz. Seyyid Abdülmâcid el-Gavrî, Mu’cemü’l-mustalahâtu’l-hadîsiyye, s.268.

[8] Zayıf râvî, güvenilir bir râviye muhâlefet ederse hadis zayıf anlamında “Münker” denir. Bkz. Seyyid Abdülmâcid el-Gavrî, Mu’cemü’l-mustalahâtu’l-hadîsiyye, s.750. Eğer sikâ bir râvi, sikâ bir râvîye muhâlefet ederse o zaman da hadis “Şaz” olur. Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nazar, s.151.

[9] Hadisteki gizli bir illeti keşfetmek, ulemânın beyanıyla çok zor bir iştir. Bunda Allah Teâlâ’nın ilimle, hıfzla, cây-ı dikkatle rızıklandırılmış ve Efendimiz’in sözleriyle ileri derece hemhâl olmuş kişilerce tesbit edilebilir. Bu kişiler de Alî b. Medînî, Ahmed b. Hanbel ve Buhârî gibi işin ehli olanlardır. Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nazar, s.194.

[10] Nitekim İbn Salâh, İbn Hibbân’ın zayıf hadisi elli kısma ayırıp bir kısmını dışarıda bıraktığını ifade etmiş ve bunu isabetli görmeyerek yerine başka bir taksimatta bulunmuştur. Bu taksimatta zayıf hadis, muhtelif sebeblerden ötürü kendi içerisinde ıstılahî kavramları farklı olduğu gibi derece farklılıkları da arzetmektedir. İbnü’s-Salâh, Ebû Amr Osmân b. Abdirrahmân b. Mûsâ eş-Şehrezûrî, Ulûmu’l-hadîs, thk: Nureddîn Itr, Dârü’l-Fikri’l-Muâsır, Beyrût 1406, s.41-42)

[11] es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/523.

[12] Bkz. es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/523.

[13] Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi’ li-ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, thk: Mahmûd et-Tahhân, Mektebetü’l-Maârif, Riyâd 1444, 2/91.

[14] Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye, Cemîatu Dâirati’l-Maârifi’l-Osmâniyye, Haydarâbâd 1357, s.134.

[15] es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/522.

[16] Bkz. Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. en-Nevevî, el-Ezkâr, thk: Şuayb el-Arnavut, Dârü’l-Fikr, Lübnân 1414, s.36.

[17] Bkz. es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/525.

[18] Bkz. Celâlüddîn es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/525.

[19] Bu şart üzerine ittifâk değil ihtilâf olduğuna dair meseleye göz atmak için bkz. Muhammed Avvâme, Hükmü’l-amel bi’l-hadîsi’d-daîf, Darü’l-Yüsrâ ve Dârü’l-Minhâc, Medînetü’l-Münevvere 1438, s.82 vd.

[20] Ulemâdan bazıları, münker ve matrûhu aynı isim olarak zikretmektedir. Bkz. Nureddîn Itr, Menhecu’n-nakd fî ulûmi’l-hadîs, Dârü’l-Fikr, Dimaşk 1399, s.301.

[21] Seyyid Abdülmâcid el-Gavrî, Mu’cemü’l-mustalahâtü’l-hadîsiyye, s.444.

[22] Zafer Ahmed el-Usmânî et-Tehânevî, Kavâid fî ulûmi’l-hadîs, thk: Abdülfettâh Ebû Gudde, Dârü’l-İslâm, Kâhire 1431, s.42.

[23] Cerh ve Tadil: Hadis râvilerinin dinî ve ilmî yönden tenkidini konu edinen ilimdir. Emin Aşıkkutlu, Dia, Cerh ve Ta’dil mad.

[24] Zafer Ahmed el-Osmânî et-Tehânevî, Kavâid fî ulûmi’l-hadîs, s.42.

[25] İbnü’s-Salâh Ebû Amr Osmân b. Abdirrahmân b. Mûsâ eş-Şehrezûrî, Mukaddime, thk: Nureddîn Itr, Matbaatü’l-esîl, Halep 1386, s.93; Bkz. en-Nevevî, el-Ezkâr, s.8.

[26] Müslim, Mukaddime, 8; Tirmizî, Hadis No: 2662; İbn Mace, H. No: 41.

[27] Bkz. Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. en-Nevevî, el-Minhâc, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrût 1392, 1/71.

[28] Bkz. Ebü’l-Hasen Burhânüddîn İbrâhîm b. Ömer b. Hasen el-Bikâî, en-Nüketü’l-vafiyye, Mektebetü’r-rüşd, Riyâd 1428, 1/586.

[29] Şemseddîn es-Sehâvî, bu şartı hocası İbn Hacer’den nakletmiştir. Muhammed Avvâme, Hükmü’l-amel bi’l-hadîsi’d-daîf. Dârü’r-Reyyân, Mekketü’l-Mükerreme t.y., s.497.

[30] Bkz. Müsned, Hadis No: 17144; Müslim, H. No: 867; Ebû Dâvûd, H. No: 4607.

[31] Bkz. Müsned, Hadis No: 14334; Müslim, H. No: 867; Nesâî, H. No: 1578. (Lafız Nesâî’ye aittir.)

[32] Buhârî, Hadis No: 2697; Müslim, H. No: 1718.

[33] Bkz. Celâlüddîn es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/529.

[34] Şemsüddîn es-Sehâvî, el-Kavlü’l-bedî’., s.255.

[35] Muhammed Avvâme, Hükmü’l-amel bi’l-hadîsi’d-daîf., s.111.

[36] Bkz. Şemsüddîn es-Sehâvî, el-Kavlü’l-bedî’, s.255.

[37] Ahmed b. Hanbel’in “Bizim indimizde zayıf hadis, kişilerin görüşlerinden daha sevimlidir.” sözü üzerinde âlimler çokça yorum yapmıştır. Bu noktada talebesi Allâme İbn Kayyîm el-Cevziyye der ki: “İmam Ahmed’in fetvâlarını binâ ettiği dördüncü asıl; bir babta sahîh hadis yoksa mursel ve zayıf hadisi almaktır. Ve onu kıyasa da tercih ederdi. Onun zayıf hadisi almasından maksat; batıl ve münker olanları almak değildir.” Bkz. İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, İ’lâmül-muvakkiîn, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1411, 1/25. Ahmed b. Hanbel’in mezkür sözüyle alâkalı diğer yorumlara göz atmak için Abdülfettah Ebû Gudde’nin ta’likat attığı “el-Ecvibetü’l-fâdile” isimli eserine bkz. Abdülhay el-Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâdile, Dârü’l-İslâm, Kâhire 1140, s.47-48.

[38] Celâlüddîn es-Süyûtî, Tedrîbu’r-râvî, 2/531.

[39] Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmî’ li-ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1412, s.1300.

[40] Bkz. Ebû Muhammed İbn Ebî Hâtim, el-Cerhu ve’t-ta’dil, Tab’atu Dâirati’l-Maarifi’l-Osmâniyye, Beyrût 1371, 2/1729.

[41] Bakıyye b. Velîd üzerinde âlimler bazı mütalaalar serdetmiştir. Bunlardan Zehebî, eserinde hadis hafızları arasında yer verip rivâyet ettikleri hüccettir dese de Abdullah b. Mübârek, “Onun adları bilinen şeyhleri künyeleriyle, künyeleriyle mâruf râvileri de isimleriyle zikretmek suretiyle hadisçileri yorduğunu, sadûk bir kişi olmasına rağmen her önüne gelenden rivâyette bulunduğunu belirtir. Hüccet kabul edilmemesinin en önemli sebebi, zayıf râvilerden duyduklarını kendileriyle görüştüğü sika râvilerden duymuş gibi tedlîs yaparak nakletmesidir.” demiştir. Bkz. ez-Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz, 1/211.

[42] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, s.134.

[43] Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân, Tab‘atu Vizâretü’l-Evkâf el-Katariyye, Katar 1329, s.1914; Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, Dârü’r-Reyyân, Kâhire 1308; 1/34.

[44] İbn ‘Abd el-Berr, et-Temhîd , 1/253.

[45] Daha nice mütekaddimîn ulemânın zayıf hadisle alâkalı görüşlerine bakmak için Muhammed Avvâme, Hükmü’l-amel bi’l-hadîsi’d-daîf, Darü’l-Yüsrâ ve Dârü’l-Minhâc, Medînetü’l-Münevvere 1438, s.36-68.

[46] Bkz. Kemâlüddîn İbnü’l-Hümâm, Fethü’l-kadir , Dârü İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut ty, 1/303.

[47] Bkz. Kemâlüddîn İbnü’l-Hümâm Fethü’l-kadîr, 2/95.

[48] Abdülhay el-Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâdile, s.38.

[49] Müsned, Hadis No: 18202; Buhârî, H. No: 1291; Müslim, Mukaddime, 4. (Lafız Buhârî’ye aittir.)

[50] Buhârî, Hadis No: 3509. Farklı lafızda bkz. Müsned, H. No: 16008, İbn Hibbân, H. No: 32. (İmam Ahmed’in rivâyet ettiği şeklindeki lafız, tahkik edildiğine göre Müslim’in şartına da uymaktadır.)

[51] Bkz. Müsned, Hadis No: 12154; Buhârî, H. No: 108; Müslim, H. No: 2.

[52] Bkz. Muhammed Avvâme, Hükmü’l-amel bi’l-hadîsi’d-daîf., s.76.

[53] Ebû Dâvûd, Hadis No: 4842; Beyhakî, Hadis No: 10489. (Hadis Hasen’dir)

[54] Buhârî, Hadis No: 127.

Bir yanıt yazın
You May Also Like